
YENİ ÇÖZÜM SÜRECİNDE ABDULLAH ÖCALAN GERÇEĞİ
Kürtler açısından zaman zoraki bir birliğin sonunda.
Bütün dikkatler Abdullah Öcalan’ın vereceği mesaja odaklanmış durumda. TC de umudunu Sayın Öcalan’a bağlanmış görünüyor. İki tarafın umudu Abdullah Öcalan olmuş. Süreci soyut laflardan kurtarıp, daha somut adımlara yöneltmek, TC için daha iyi olacak gibi görünüyor. Anlaşılan Erdoğan ve Bahçeli telaşlı, Kürtler sakin ve rahat görünüyor. Günümüzün ‘rüyası’ gerçek bir toplumsal barışın, eşit ve adil bir kardeşlik hukukunun yaratılmasıdır. Sürecin evrimini karamsarlığa yol açacak soyut söylemlerden kurtarmak gerekiyor. Somut adımlar iki tarafın işini de kolaylaştırır. Gelecek süreci verimli kılmanın ve sonuç alıcı bir siyasetin yürütülmesi, iki taraf için umuda dönüşen Öcalan’a mutlaka alan yaratılmalı, önü açılmalı. Bunun için de Öcalan’ın özgürlüğü önem taşıyor.
Ortadoğu’da bütün taşlar yerinden oynadı. Kimi köprülere dinamit kondu. Artık eski ortadoğu yok gibi. Sınır değişiklikleri uzak görünmüyor. Kürt topraklarını işgal etmiş bütün ulus devletlerinin sınırlarında değişikliklerin yaşanması hemen hemen kaçınılmaz hale gelmiş durumda. Erdoğan’ın birden fazla stratejisi olduğu bilinmelidir. Şimdi ortadoğu’da ciddiye alınmayan bir Erdoğan var. Erdoğan’ın dış politikası iflas etmiş durumda. Buna rağmen Suriye’den çekilmek istemiyor. Kürt ulusal önderlik, perspektifini Türkiye ile sınırlandırma gibi yanlışa düşmemeli. Son bir asırdan sonra Kürtler ilk defa konjonktürel olarak güçlü bir noktaya gelmiş durumdalar. Yayılmacı bir politika izleyen Erdoğan ve saray çetesi, Kürtleri nasıl kandıracağının hesaplarını yapıyor. Erdoğan’ın ‘ince hesaplarını” ve ortadoğu’daki değişenin ne olduğunu bir başka yazıya bırakıyorum.
Bugün Gerçek durum nedir sorusuna yanıt aramak, gelişmeleri doğru okumaktan geçiyor. Barıştan yana umudu daha arzulanır bir hale getirmek için, devrimciler daha aktif ve yapıcı olmalılar. Düşmanın kim olduğu bilinci çok çok önemlidir.
Resepsiyonda gazetecilerin karşısına çıkan MHP Genel Başkanı, DEM Partililerle tokalaşması hakkında “Yeni bir döneme giriyoruz, dünyada barış isterken kendi ülkemizde barışı sağlamak lazım” diye konuştu. İster istemez bugün mü barış aklınıza geldi diye sormak geliyor. Ne olur bir kez Kürtlere karşı dürüst davranınız. Bir kez olsun etik olun, açık davranın. Dünyanın sonumu gelir “Allah Aşkına”. Legal müzakereci Bahçeli ” el uzatmanın” sınırlarını, Öcalan’a çağrı yaparak “Meclise gelsin DEM grubunda konuşsun” gibi tarihi bir konuşmaya daha imza attı. Bahçeli, Türkiye’de politik olarak şaşırtıcı çıkışları ile bilinen bir kimlik. Ancak bu sefer herkesi şok edecek adımlar attı. Sonra Erdoğan Bahçeli’ye destek veren konuşmalar yaptı. Bahçeli “tokalaşmanın” arkasında durarak, TUSAŞ’a yapılan saldırıda beklenen saldırgan dili kullanmadı. Yani “başlattığı sürecin arkasında” durma iradesini gösterdi. Bol keseden asıp-kesmedi. Bu şaşırtıcı ” siyasi olgunluk” soru işaretlerinin oluşmasına neden oluyor. Çünkü: söz konusu olan “uzatılan elin” muhatabı Kürtler olunca, ne oluyor diye düşünmek zorunda kalıyoruz. El uzatanların, Kürtlerle barış isteyenleri ” melek yapan” hangi korkulardır ve zorluklardır. Yaşadıkları ve yaşayacakları problemlerin hacmi öylesine büyük olduğu anlaşılıyor. Kürtlersiz bir “çözüm” bulamıyorlar.
Bahçeli’nin ilk attığı adım ile, bugün arasında bir süreklilik yaşanıyor. “Normalleşme adımını” Bahçeli devam etiriyor. Erdoğan ve AKP cephesinde Bahçeli’ye destek devam ediyor. Türkiye’de gündem tamamen değişti. Herkesin dikkatlerinde ve konuşmaların odağında Bahçeli’nin “devrim niteliğinde” attığı adım var. Yeni oluşan siyasi atmosfer üzerinde çok farklı perspektifler ve farklı argümanlar söz konusu. Olaya, yani Bahçeli’nin siyasi girişimine müspet bakanlarla, sürece menfi bakanlar arasında çok ciddi farklılıklar görünmüyor. Yalnızca küçük bir faşist grup süreci sabote etmeye çalışıyor. Sorunun mahtapları daha temkinli ve dikkatli olmaya çalışıyor. Sürece ilişkin yapılan her açıklama bir yapıcı espri içinde tutuluyor. Ancak Bir önceki “çözüm sürecini” düşünmeden edemiyorlar. Ancak yeni gelişen duruma olan sempati küçümsenmemeli. Çünkü Türkiye’nin en büyük sorunu tartışılıyor.
Biraz soğuk kanlı davranıp, bir bütün olarak “Cumhur İttifakındaki” bu “köklü siyasi değişmeye” bakalım. Süreci sorgularken yeni kavramların, cümlelerin büyüsünden kurtulup biraz daha nesnel ve somut olalım. Barış, kardeşlik, eşitlik, demokrasi, politik, ekonomik ve özgürlük kavramlarına olan toplumsal özleme kendimizi kaptırmadan, daha objektif olalım. Düne kadar çok Kürt öldürmekle övünen ve Kürt düşmanlığında zirveye oynayan İki yeminli Kürt düşman, neden herkesi şok eden ve düşündürücü bir siyaset değişikliğine gittiler. İnsan 2015’ten sonraki süreci dikkate alınca, “Cumhur İrtifakında” yaşanan değişime inanmak zorlaşıyor. Ve değişikliğin nedenleri birçok soru işaretinin doğmasına vesile oluyor.
Türkiye’nin başında Erdoğan ve yanında Bahçeli olunca, Türkiye’de normal bir şey olacağını düşünmek, aya yürüyerek gitmenin hayalini kurmak gibi bir şeydir. Türkiye’de her şey olur belki, Erdoğan ve Bahçeli ile normalleşme yaşanmaz diye düşünüyorum. Yanılırsam sevinirim. Bu iki faşisti Kürtlerle diyalog aramaya zorlayan koşulları iyi anlamak ve kavramak gerekiyor. Bana göre bu iki şarlatan, kendi başlarına çözemedikleri ve çözemiyecekleri problemler içinde bulunuyorlar. “Kendi ülkemizin barışını sağlamak lazım” diye Bahçeli’nin aklına bugün mü geliyor kürtlerle barışmak. Barışmak için “uzatılan elin” etrafında dönen demogojiler dışında, somut tek kelime yok. Kürtler hiçbir zaman barışa, kardeşliğe karşı çıkmadılar. Barışın olması için azami çaba harcadılar. Türk-Kürt düşmanlığı üzerinde Türkiye’yi geren ve savaşa neden olan, Bahçeli ve Erdoğan’dır. Bu ikili çok sıkıştığı için “iyi adamı” oynamaya başladı. Kürtlerin talepleri, elli yıldır söylenen aynı şeylerdir. Bu talep ve isteklerin bir kısmı Türkiye toplumunun ortak isteklerini de kapsıyor.
Ortadoğu’da değişen bir konjonktür var. Bu değişmenin olasalı sonuçları üzerinde sıkışmış bir TC var. Bir de Erdoğan’ın tekil kirli hesapları ve gelecek korkusu var. Ayrıca yürümeyen ve iflas etmiş bir ekonominin toplumsal alanda yarattığı önemli sorunlar bulunuyor. İflas eden bir despot ve çökmüş bir sistem, Kürtleri kullanarak zaman kazanmaya çalışıyor. Kürtler bu gerçeğin bilincinde. Kürtler, öküzün altında buzağı olurmu, esprisinde kendine umut aramamalı. Bahçeli’nin elindeki okumalar sadece kuru cümlelerden ibaret. Gerçek manada Kürtlere dolu bir el uzatmıyor. Bugün uzatılan elin içinde yine haince projeler var. Ulusal hareketin içindeki önemli figürleri karşı karşıya getirmek için, bir siyasi taktik izliyor. Erdoğan’ın ve Bahçeli’nin siyaset türünü bilen bir muhalif siyasetçi, hiçbir zaman tedbirli olmayı aklından çıkarmaz. Yaklaşık olarak üç haftadır Bahçeli ve Erdoğan Kürtlerle “barışmak” için, somut olarak ne öneriyor. Ortada “uzatılan el, normalleşme ve Öcalan’a çağrı” dışında ne var, ne tartışılıyor. Ayrıca sanki Kürtler suçluymuş gibi bir izlenim yaratmaya çalışıyorlar. Halbuki dünkü ve bugünkü menfi sürecin tek sorumlusu var. Kürtlerin her toplumsal ve özgürlük taleplerine savaşla yanıt veren TC’dir.
Kürt olupta barıştan yana olmayan kimseyi bulamayız. Kimse Kürtlere karşı barışla çıkmasın lütfen. Yeni oluşan “barış atmosferini” iyi değerlendirmek gibi kaygılar içinde olan kimi önemli figürler, Kürtler’den taviz istemesin. Kürtlerin TC ye ve Erdoğan’a verecekleri tek taraflı en ufak bir tavizleri yok. Politik mücadelede uzlaşma, kimi konular üzerinde ittifak yapma ve dayanışma elbette olması gereken adımlardır. Ancak söz konusu Erdoğan ve Bahçeli olunca, durum biraz değişir. Kürt sorunu benim sorunum, Kürt sorunun çözmesem baldıran zehiri içerim diye söz veren Erdoğan’dır. Bir günde Kürt sorunu yoktur diyen adam aynı şahıstır.