Ölümden sonra yeni bir yaşam yoktur – 1

Makale

ÖLÜMDEN SONRA YENİ BİR YAŞAM YOKTUR -1

Egemenlerin sistematik olarak Tanrı adına kullandıkları, dinlerle destekledikleri, hala milyarlarca insanın beynini meşgul eden ölümden sonra yaşam tam bir fiyaskodur. İki ayrı dünyanın varlığı tezi hiç bir zaman ispatlanamadı. Tanrı ve din adına öteki dünya, felsefi materyalizm tarafından kabul görmez bir anlayıştır. Yani materyalizm kesinlikle ölümden sonraki dünyayı reddeder. İnsan bir maddeden oluşuyor, bu bir tezin ötesinde doğruluğu ispatlanmış bir argümandır. Bedenimizle birlikte yaşayan ne varsa maddeden ibarettir. Kısaca, akıl ve benzeri değerler de maddeden oluşuyor. Bugünkü organik yaşam ve canlılar topluluğu büyük bir zaman dilimi içinde evrimleşerek, daha karmaşık ve daha zengin yaşam formlarına doğru var olagelmiştir. Ve evrimleşmeye devam edecektir. Değişmenin ve yenilenmenin bir sınırı yoktur.

Robert Pekoz

Ebedi olarak var olmak ya da yaşama isteği, içgüdüsel bir istektir. Bu istek, ölüm kavramına karşı olan bir arzudur. İnsanlığın bilinmeyen tarihini de içine alan bu duygu, tarihsel olarak çok eski olabileceği bir öngörü değildir. Espri zenginliği olan her bireyin anlayacağı bir durumdur. İnsanlar bu gezegene, bu güzel dünyada büyük içgüdüsel değerlerle bağlanmış durumdalar. Dolayısıyla ölüm gibi kavrama alışmak istemiyorlar. Bir bütün olarak sevdiği değerleri kaybetme duygusu kolay kabul görmüyor. Ölümden sonraki yaşama duyulan ilgi anlamlı bir çelişki olmaya devam ediyor. Ayrıca teologların ölümden sonraki yaşama verdikleri albenisi çok fantastik söylemler bile ölümden sonraki hayatı çekici kılmıyor. İnsanın bu gezegende yaşama içgüdüsü, ölümden sonraki dünyayı kabul etme konusunda bir problemle iç içe olduğu anlaşılır bir durumdur. Din üzerinden insana verilen ölümden sonra yaşam, bir tarihsel paradoks olmaya devam ediyor. Bu çelişkili duruma rağmen, yine de insanların bir kısmı başka bir yaşama inanıyorlar. Zaman zaman maddi olmayan, gerçeği yansıtmayan bu ruhani dünyaya insanların yakınlık içinde oldukları da biliniyor. Öteki dünyada yaşam fikri bütün dinlerin ortak bir değeridir. Ve asırlardır bu fikir insanlara empoze ediliyor…

Günümüz dünyasının temel problemi, insana yaşatılan hayat (bu yeni bir durum değil) öylesine çok zor ki, öylesine sıkıntılı ki, öylesine kötü ki ve öylesine katlanılmaz ki, yaşanan zorluklara ölümden sonra yaşamak fikri bile umut olmuyor. Bu durum, insan dünyasında tam da egemenlerin istediği gibi bir kültüre dönüşüyor. Yani, insana yaşatılan bütün zorluklara ve acılara rağmen, ölümden sonraki yaşama fikri etkin bir düşünceye dönüşmüyor. “Ölümden sonra yaşam” üzerinde durulması gereken önemli bir sorundur. Ben bu problemi işlemeye devam edeceğim. Çünkü öteki dünyada yaşam dedikleri, sonu olmayan ve gerçeği yansıtmayan bir masaldır. İnsanların geleceğini maddi olmayan, gerçekle ilişkisi bulunmayan bir umuda bağlamak tamamen bir fonksiyondur. Ve egemenlerin kronik bir biçimde birbirlerine devrettikleri bir yöntemdir.

Toplumun geri kesimleri bilimsel terimlerden ve bilimden uzaklar. Epistemolojiye yabancılar, dolayısıyla Tanrı ve din adına insanlara empoze edilen fikirler, eski çağlarda etkin bir nüfus yaratıyordu. Son iki asırdır teknolojinin ve bilimin aldığı yoldan sonra “Tanrı ve din” rahatsız olmaya başladı. Yaygın bir şekilde ve çeşitli enstrümanlarla beslenen ruhun maddi olmadığı yaygın bir felsefe olarak işlendi. Ruhun yaşadığı cümlesi albenisi olan bir söylemdir. Özellikle yoksulların bilincinde etkili olmaya açıktır. Ancak ruh ile madde arasında kuracağımız bir diyalektik, asıl çelişkiyi ortaya çıkaracaktır.

Maddenin olmadığı bir yerde yaşam vardır sorusu, ilk akla gelen çelişkidir. Ölümden sonra yaşamı ruh argümanına dayandıranların tek önemli kanıtı yoktur. İnsan vücudunun ölümle yüzleşmesi, yani bedensel olarak hayatın sona ermesi anlamına gelir. Ancak insan iskeleti trilyonlarca atomdan oluşuyor ve bu atomlar ortadan kaybolmuyor. Yeni değerler içinde başka maddelerle birlikte yeni yaşamlara enerji veriyor. Ancak yeni yaşama verilen enerji bilinçli ve örgütlü olarak verilmiyor. Maddenin kendi kombinezonları içinde hayat buluyor. Eğer bu anlamda insan ölümsüzdür diye düşünürsek, yanlış bir sonuca varamayız. Ancak, bundan ölen bir bedenin, yeniden tıpkı bir insan şeklini alacağı sonucu çıkmaz, madde yoktan var edilemez. Bir anlamda maddeyi ne var edebiliriz, ne de yok etme şansına sahibiz. Dolayısıyla insan yaşamındaki etkinlikleri belirleyen biç bir şeyi maddeden ayırma şansımız yoktur. Kulağa gelen sesi alan, kulağın içindeki maddi değerdir. Sesi yaratan ses telleridir.

Ölümden sonra yaşam, Tanrı ve din katında nasıl anlaşılıyor ya da ölümden sonra ne anlama geliyor? Belirgin olan ve mistik söylemlerle beslenilen “Ölümden sonraki yaşam” bugün yaşadığımız yaşamın bir devamı olarak sunuluyor. Ölümden sonra iki ayrı dünya var ediliyor; iyilerin ve kötülerin dünyası diye ikiye ayırıyor. Aslında bu son derece rasyonel uydurulmuş bir saçmalık. Bugün de insanın yaşadığı ilişkilerin bütününde iki ayrı dünya var. Bunu yoksulların ve zenginlerin, iyilerin ve kötülerin dünyası olarak görmek mümkün. Bir biçimde cennet ve cehennem günümüz dünyasında yaşanıyor.

Aynı dünyanın iki parçası olan cennet ve cehennem, bir insan için ruhun bedenden ayrıldıktan sonra pratik olarak gündeme gelmesine rağmen, bireyden bağımsız olarak hangi dünyaya gideceği önceden belirlenmiş durumda. İşte tam da burada Tanrı’ya verilen rolün çelişkisi ortaya çıkıyor. İddialara göre, ruh bedenden koptuktan sonra, gerçeği olmayan bir sanal dünya içinde, sevdiklerimizin bir kısmı ile tekrar bir araya geleceğimiz masalı uyduruluyor. Ölümden sonraki dünyayı çekici hale getirmek için, cennet olarak sundukları hayatın içinde, hastalıkların olmayacağı, yaşlanmanın mümkün olmadığı, her zaman mutlu ve ebedi güzelliklerle dolu bir hayatın olduğu anlatılıyor. Öyle anlatılıyor ki, sanki gidip gören biri olmuş ve o gören bir elçi olarak geri dönmüş. İyisiyle, kötüsüyle yaşadığımız bütün aktiviteler ayrılmaz bir biçimde vücutla ve fiziksel özelliklerle direk bağlantılı olduğu tartışma götürmez. Yemek, yürümek, konuşmak, okumak, resim çizmek, yazmak, nefes almak ve düşünmek gibi temel faaliyetler vücut organlarına bağlıdır. Bunlara bağlı olarak yaptığımız aktivitelerin hepsine hayat diyoruz.

Yaşam; iki farklı yaşam tarzı olarak devam ediyor. Bu gezegendeki yaşam bir başka formül altında, ölümden sonraki yaşama uyarlanmış. Kader kavramı bu bağlam içinde düşünülmelidir. Acı ve kötülükler insanın insana vermiş olduğu cezalardır. Her gün insan dünyasında binlerce kötülük yaşanıyor. İnsan yaşamında doğal ve kaçınılmaz olan acılar da vardır. İnsan vücudu yaşlanıyor, doğası gereği vücutta onlarca, hata yüzlerce komplikasyonlar oluşuyor. Bu durum insan hayatındaki değişimlerle birlikte ortaya çıkan olgulardır. Şimdilik bilim, insan doğasında oluşan acıları yok edecek noktaya henüz varmış değil. Ama bilimle insan yaşamının uzatıldığı bir başka realitedir.

0 Paylaşımlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir