Yazının başlığının uzun olması birbirini tamamlaması nedeniyle. Herhangi bir kıyasa ve karşılaştırmaya gerek duymaksızın bilinen bu gerçeği, bir kez daha tescilleyen ise 19 Mart isyanın ta kendisidir. Böylece sonda söyleyeceğimizi baştan söylemiş bulunuyoruz. Can alıcı, can yakıcı bir evreye doğru sürükleniyoruz. Yeni bir durum da değil bu. Kaldı ki, Gezi’den bu yana, bu konuda yazılmadık, çizilmedik bir şey kalmamış ve bu yazılanlar, mücadelenin gelişim seyrine göre de sürekli ona atıfta bulunup öne çıkarmanın ötesine geçmemiştir ne yazık ki. Bu durumda, 19 Mart isyanın karşısında hem maktul hem de şahidiz. Ahmet Kaya’nın bir şarkı sözündeki gibi insanın “ne yaman çelişki bu…” diyesi geliyor ya da yaşandığıyla kalıyorsa insan, anılar ne yapsın… Geçmişe dönüp baktığımızda, Gezi’nin ürettiği siyasetin araç ve gereklerini yeniden gözden geçirme ihtiyacı kuşkusuz, direnişin yönünü, eksenini belirleme arayışıdır. Bir ön hazırlığın deneyim ve birikimi ise istenilen düzeyde aktarılamamış hareketin de dinamikleriyle buluşturulamamıştır.
Handikabımız bununla da sınırlı değildir. İsyanın açığa çıkardığı dinamiklerin benzeyen ve ayrışan yönleri dikkat çekicidir. İster istemez kafa yormak gerekir. Bu da, ayrı bir meşguliyet demektir. Her hangi bir hazırlığın yoksa, hareketin akışına göre konumlanman kaçınılmaz olur; bu, direnişin içinde nasıl darlaştığımızı da gizler. Zaten kitlelerle aramızda yeterince mesafe var. Ve bir de, sürecin her anı için, geçen zaman aralığına yanıt verememeyi eklersek, oradan oraya koşturma hallerine hiç de yabancı değiliz. Sahi, Haziran ayaklanması sonrasında ‘hiçbir şey eskisi gibi olmayacak deyip’ onun da gerisinden gelişimizi nereye koyacağız?
Dünü bugünle karıştırmamak lazım. Bilhassa, içinde bulunduğumuz bu yeni direnişi Gezileştirme gayretinde olmak, Gezi’den esintileri sağa sola serpiştirmek, olsa olsa önünü görememedir; burada gidişatın önüne geçememe kaygısı, çekincesi ve korkusu da her açıdan kendisini hissettiriyor. Birileri Gezi’nin akıbetiyle karşılaştırarak temkini elden bırakmıyor, telkinlerde bulunuyor. Anlaşılır anlaşılmaz haller iç içe geçmiştir. Bunun koşullarını bizler hazırlıyoruz. Bu vesileyle bir kez daha siyaset tarzımızı gözden geçirmeliyiz. Güç ve güçsüzlük üzerinden konumlanmış, dengeleri gözetme veya mevcudu anlamak için aşağıya çektiğimiz, sınırlamaya çalıştığımız her ne varsa koşulların, şartların gereğidir diyerek orta yolcu bir çizgi izleyemeyiz. Çoğunluğa tabiliği benimseme, meşrulaştırma ve ikna çabaları yarardan çok zarar verir. İkircikliği besler, belirsizliği çağırır. Tersinden ise sekterliğe zemin sunar. Bu isyanın böylesi bir özelliği var. Kaldı ki, onu bir öncekinden ayrı kılan başka saiklere de sahiptir. Çıkışı, gelişimi ve süreğen dinamizmiyle bileşenlerini test ederken, açılan arayı doldurmayı da ihmal etmiyor, boykot da buna örnektir.
Kitleleri sokağa döken nedenler, özellikle de gençliğin gelecek kaygısı, insanları içinde bulunduğumuz bu çıkmazdan çıkmak için son kertedeyiz noktasına getirdi ve ileriye fırlattı; sistemi fena sarstı. Düzen içi düzenin burjuva muhalifliğine rağmen…Hiç beklenmedik yerlerden büyük çıkışlar geldi. Bazıları ayar bozucu, ayar verici bir niteliğe sahip. Bunu görmezden gelemeyiz, sadece eleştirmekle de yetinemeyiz. Bu, isyanın bir gerçeği… Milliyetçi, şoven, faşizan yapıların bundan sonra da benzer bir biçimde hareketin içinde yer alma olasılığı, yine duruma göre değişiklik arz edebilir veya etmeyebilir. Artık şunun bilincinde olmamız lazım: Yeni bir kitleyle karşı karşıyayız. Bileşenlerinin hareket içindeki fonksiyonlarını izlemek, gözlemlemek gerek. Kuşkusuz, bu pek kolay bir şey değil, ama hem gençlik hem kitle hareketi içinde gelişip büyürsek dile getirdiğimiz zorluğu aşarız. Homojen bir topluluk yok karşımızda. Gezi yakıştırması, nostaljisi ve romantizminden uzak durulmalı; çünkü çok daha sert bir zemindeyiz, şiddettin niteliği her an biçim değiştirebilir. Aslında, şimdiden buna hazırlanmalıyız; geç kaldığımızı her an her saat kayıp demektir. Sahadaki gerçekliğe, kitlelerin heterojen yapısı ve siyasal birikim sorununa bakıp aldanmayın, gelen tehlikenin karşında savaşım kaçınılmazdır. Ama ondan önce yapmamız gereken ne varsa onu yerine getirmeliyiz. Bizi sınırlayan, geriye çeken her şey ayrıştırır, yalnızlaştırır. Her açıdan kapsayıcılığı öne çıkarıp bütünlüğü sağlamalıyız. Kitlelerin içinde kitleleri örgütlemeliyiz; mücadelenin, direnişin bize dayattığı bu gerçeği hayata geçirmekten başka çıkış yolumuz yok. Kim sokakta ise o büyüyüp gelişecektir; kim sokağa hakimse o kazanacaktır.
Sınıfsallık, toplumsallık dediğimizde hala kendi mahallemizi anlıyoruz. Bunun dışına çıkamadığımızdan dolayı, ne zaman sıra dışı bir olay gelişse, hemen sosyolojik analizler birbirini takip ediyor nedense. Yine bir ‘Z’ kuşağı kavrasallaştırması… “Bu gençlik nereden çıktı” gibi sorularla meşguliyet arayışlarını pek masumane bir tarafı yok. Bilineni yeni bir şeymiş gibi sunma, olup biteni ve olası gelişmeleri sinsice engelleme girişimleridir. Uyanık olmakta yarar var. Kafa karıştırıcı mekanizmaların sadece dışarıdan empoze edilmediği açıktır. Hem gençlik hem genel kitlenin bileşkesini göz önünde bulundurduğumuzda dikkat çektiğimiz noktalara yenileri de eklenebilir. Biz, esas itibarıyla isyanda oynamamız gereken rolün kendisiyle ilgiliyiz. Öncülük boşluk tanımaz, öyle ya da böyle birileri tarafından doldurulur. Biz, hep eylem esnasına vurgu yapıyoruz, ama bir o kadar “eylemsizlik zamanları”nı da örgütlemeden, o boşluk gerçek manada doldurulamaz. Kendini geliştirip büyütmenin hem mekan hem zamanı, bu eşgüdümsel ilişkiye bağlı. Yüzümüzü sadece direnişe dönemeyiz; o, bugün var yarın yok, başka bir şeye dönüşme ihtimali çok güçlü ve direnişin bütünlüğü, geleceğin örgütlenmesi meselesidir. Biz, hep kolay gelen yerden iş tuttuk, hala da aynı noktadayız. Artık buna izin veremeyiz, yeni bir realite var karşımızda.
Beğenelim beğenmeyelim, süreç şaşırtıcı bir şekilde bizi zorluyor. Sahadaki ideolojik, siyasal düzlemin salt gençlikte değil, kitleler nezdindeki etkisi görülmeli, bu isyanın mevzilerine, hedeflerine toptancı yaklaşılmaması gerekir. Hem saray karşıtı hem de devlet ve kolluk kuvvetlerinin arkasında durabiliyorlar. Hatta bazılarının provokatif amaçla sahaya sürülmeleri ihtimal dahilindedir. Ve bu doğrultuda harekete açık hale gelmemek için gerekli önlemleri almak zorundayız. Mesele, kitlelerin örgütlenmesi ve devrimcileşmesinin böylesi zamanlara bırakılmayacağını da göstermiştir. Gezi’de çıkarılmayan ders, 19 Mart isyanında hayati bir mesele haline gelmiştir. Bunun birinci derecedeki sorumlusu biziz. Kitlelerin kendinden hareketlerine yaptığımız eleştirinin bir kısmını kendimize yöneltebilseydik bu durumda olmazdık. Her isyanda, direnişte, ayaklanmada yalnızca kitleler örgütlenmez, öğrenmez; önderlikler de kendini örgütler ve öğrenir. Çünkü, açığa çıkmış tüm dinamikler hareket halindedir; pozisyon belirlemek, yeniyi anlamlandırmak kadar dönüşüm de gerçekleştirmek gerekir. O yüzden eylemsellikte bile tartışmaktan kaçınılmamalı.
İçinde yer aldığımız direnişi ileriye taşımak, çözümleyebilmekten geçer. Başka türlü ön açıcı olamayız. Komünarlaşmanın bir yönü bu; kolektifin örgütselliği, örgütselliğin kolektif inşası, zemini kopuş hikayemize çıkar. İç örgünün zorunluluğuna bağlanır. Mücadele ve direniş, bu yeni eşiğin ürünü ve böylesi zamanlarda somutlanır. Hem hedef odaklı hem sonuç alıcı özelliğiyle ayırt edicidir. İsyanın, direnişin ekseni ve yönü ilişkilenişin çeşitliliği ile başlı başına dikkat çekicidir; siyasallaşmışlık alanı açar, müdahil kılar. İç içe geçen, kesişen bu durumun kendisi, salt bir direniş, isyan, ayaklanma fırsatı, imkanı tanımaz; aynı zamanda yeni bir toplumsal dönüşüme ve kolektif bir devrimci dönüşüme duyulan ihtiyacı önümüze koyar. Aslında Gezi’den itibaren gündemimize girmiş; ama ardından, her şeyi ertelediğimiz gibi onu da ertelenenler kervanına dahil etmişiz, şimdi daha da yakıcı bir şekilde karşımıza dikiliyor. Artık erteleme devri bitti, diğer bir deyişle, devrime havale dönemi kapandı; her şey o kadar hızlı gelişiyor ki mücadelenin kendisi, bir dizi ön devrimi içinde barındırıyor.
Tekrar Gezi’ye dönüp baktığımızda, burada dile getirdiğimizin kat kat fazlasını kaleme almış, yazıp geçmişizdir. Aynı muameleyi, 19 Mart isyanı ve direnişi için de reva mı göreceğiz? Bu kaçırdığımız kaçıncı tren? Buna bir dur deme zamanı geldi de geçiyor. Komünarlar olarak kimi eşikleri zorluyoruz zorlamasına ama istenilen düzeyin yakalanamaması bizi fazlasıyla geriye çekiyor, ileriye hamle yapmamızı engelliyor. Kolektifin siyaset tarzını sahaya yansıtamıyoruz. Eskide kalmışlığın bile gerisine düşüşün nasıl bir paradoksa neden olduğu dahi önemsenmiyor. Müthiş bir rahatlık var; siyaset yapma biçimi, örgütsel şekillenişin vücut bulmuş halidir, hem bir önderliktir hem de eylemsel kapasitemizdir. Israrla çubuğu buraya büküyoruz. Alışkanlıklar aşılmazsa, alışkanlıklar bizi aşar.
Bir kez daha sonun başlangıcı… Komünarın komünarlaşması, sınıfsal ve toplumsal mücadelenin Gezi’si, 19 Mart isyanı, direnişi ve her yeni ayaklanışın patikalarına, güzergahlarına dair yepyeni dokunuşlara şimdiden merhaba demektedir. Yani gelmekte ve gelecek olanlara eşlik edecektir… Hareketin izini, devinimini yönetebilmesi için bazen adım adım, bazen de şu anki gibi koşar adımlarla büyük sıçrayışlara yön verecektir.
Geride bıraktığımız günlerin deneyiminin her bir kesiti, halen o dinamizmin varlığı sayesinde hareket halinde… Geri çekilmenin ürettiği yeni gelişmeler, yeni pozisyonlar demektir. İçinde bulunduğumuz koşullar çelişkiyi, çatışmayı keskinleştirdi, hareket durulsa veya geriye çekilse dahi -seyri ne olursa olsun- köstebek misali kazıcılığa devam. Yeni patikaların önemi azalmayacak, bilakis yeni patikalar bir sonraki sürecin ve dönemin öncülüğünü geliştirmede rolünü oynayacaktır. Bu büyük kırılma anının iki yönlü niteliği, şimdi çok daha yakıcı hale gelmiştir. İnisiyatif geliştirme, inisiyatifi kolektifleştirme zamanı.