Belirleyici olan darbe değil, direnişin sürekliliği ve muhtevasıdır!

Makale

Kent uzlaşısı bağlamında İmamoğlu’nun gözaltına alınması ve 100’ü aşkın kişiye çıkarılan gözaltı kararı sınıf savaşımının çeşitli biçimlere büründüğü ve gittikçe sertleşen halinden başka bir şey değildir. Evet bu bir faşist darbedir. Ama sadece belediyelere değil, hayatlarımıza darbe girişimidir. Emeğe, alınterine darbedir. Gençliğin geleceğine darbedir. Kadının bedenine darbedir. Kısacası AKP-MHP faşist iktidarına biat etmeyen herkesin yaşamına kayyum atama girişimidir.

Öte yandan çözüm süreci ile birlikte belediyelere kayyum atanmasının bir paradoks olduğundan bahsediliyor. Oysa durum bu kadar basit değil. 2011-2015 aralığında gerçekleşen çözüm sürecinde sokağın canlanmasından bir ders çıkarmıştır faşist iktidar. Bu süreçte hem Gezi gibi cumhuriyet tarihinin en büyük ayaklanması yaşanmış hem de AKP ilk kez seçimleri kaybetmiştir. Çünkü AKP şovenizm zehrini emekçi kitlelere yeterince akıtamamıştır bu süreçte. Sömürgeci faşist iktidarların vazgeçilmez yasasıdır işleyen: Varlıkları ötekileştirme, inkar etme, soykırım üzerine kuruludur. Asker cenazesinin gelmediği, ötekileştirmenin, inkar etmenin şovenizm zehrinin görece azaldığı bir süreçte nelerin olabileceğini az çok kestirdikleri için toplumsal muhalefeti komple tasfiye etmeye çalışıyorlar.

Herkes aynı nakaratı tekrarlıyor. “Bu bir darbedir, hukuksuzluktur”. Bunun bir darbe olduğu zaten çok açık. Bu bağlamda aynı nakaratı tekrarlamak çok bir anlam ifade etmiyor. Zaten AKP, 15 Temmuz 2016 darbe girişimini 20 Temmuz’da kendi darbesine dönüştürerek, ülkeyi fiili olarak darbeyle yönetiyor. İçinden geçtiğimiz süreçte darbenin muhtevası genişliyor ve derinleşiyor diyebiliriz. Darbeye karşı ne yapılması gerekiyor? Elbette yeni başlamış bir süreçten bahsedemeyiz. Kürdistan’da yıllardır kayyumlar atanıyor. Fakat belirleyici olan kayyumlar, darbeler değil, direnişin sürekliliği ve muhtevasıdır.

Devletlilerin bekasını ve iktidarını korumak için yapamayacakları şey yoktur. Bu tarihle sabittir. Yakın tarihten de bunları biliyoruz. 7 Haziran 2015 seçimini kaybeden AKP tüm ülkeyi kana buladı. Bu bağlamda test ettikleri ne yapabildikleri değil, ezilenlerin cevap verme kapasitesidir. O zaman kadim soruyu sormanın zamanıdır. Ne yapmalı? Belirleyici olan direnişin muhtevası ve sürekliliği ise; derinleşen ve genişleyen darbeye karşı biz ne yapacağız? Savaşı ve politikayı ne kadar toplumsallaştıracağız? Direnişin muhtevasını nasıl güçlü kılacağız, sürekliliği nasıl sağlayacağız? Bu soruları sokakta, direnişin içinde tartışmalı ve yanıtlamalıyız.

İçinden geçtiğimiz süreç bir kırılma anıdır. Dünya bir kırılmanın eşiğinde. Adeta tam anlamıyla tüm kuralların ortadan kalktığı ve dünyanın gücü, gücü yetene aralığına girdiği bir dönemdeyiz. Dünyanın Gazzeleşmesi derken bunu anlatıyorduk, bunu anlıyorduk. Elbette Gazze’de yaşananla İstanbul’da yaşananları bir tutma gibi bir gafletten bahsetmiyoruz. Fakat Gazze bir milattı; güçlünün güçsüzü ezdiği, sermayeyi-iktidarı sınırlayan kuralların ortadan kalktığı bir milattı. Gazze’ye düşen bombalar, ses çıkarmayanların bilinçlerine de düştü. O katliamlara ses çıkarmayanlar güçsüzleşti, örgütsüzleşti, daha çok düzene yedeklendi.

AKP de gücünü son sınırına kadar kullanarak faşist kurumsallaşmayı tamamlama, faşist saray rejimini daimi kılma yolundadır. Güç gösterisi aynı zamanda AKP’nin güçsüzlüğünü de gösteriyor. Eski yol-yöntemlerle faşist iktidar yol yürüyemiyor. Daha çok zora başvurmak zorunda kalıyor.

İçinde bulunduğumuz dönem, başka bir açıdan da kırılmadır. Toplumsal muhalefetin ezberi bozuluyor. Seçim bir seçenek olmaktan çıkıyor. Bu anlamda sokakta direnişten başka bir seçenek kalmıyor. AKP-MHP faşist rejiminin sokaklara koyduğu barikatların, eğer yüklenebilir ve parçalayabilirsek, zihinleri açabileceği bir kırılma anıyla karşı karşıyayız. Eskiyi, “seçim demokrasi”sini çağırarak aşılacak bir eşik değil bu. Dünyanın ve Türkiye devletinin gaddarlığına cevap olabilecek farklı boyutlarda örgütlülük ve direniş yolları geliştirmek gerekiyor.

Bu bağlamda çelişkilerin keskinleştiği, toplumsal krizlerin derinleştiği, direnişin çeşitleneceği, savaşın ve politikanın toplumsallaşabileceği bir kapı açılmıştır. Ve bu kapıdan yürüyebildiğimiz kadar yürümemiz gerekiyor. “Hiçbir şeyin gerçekleşmediği on yıllar ve on yılların gerçekleştiği haftalar vardır.” der Lenin. Öyle zamanlar vardır ki yıllar geçse bir şeyler değişmez. Ama bazı zamanlar da vardır ki haftalar-günler içinde onlarca yılda görülmeyecek değişimler-dönüşümler olur. Yıllarca edinemeyeceğiz mücadele deneyimi ve birikimini günler, haftalar içinde edinebileceğimiz günlerden geçiyoruz. Bu tarihsel sorumlulukla hareket etmek zorundayız.

Adeta “Kayyumlu Yaşamlar: Türkiye” simülasyonu oluşturulmaya çalışılıyor. Yaşamımıza, alınterimize, bedenimize, geleceğimize, dilimize, kültürümüze kayyum atanmasını kabul etmiyor, İSYAN EDİYORUZ!

0 Paylaşımlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir