IBRAHIM KAYPAKKAYA

Makale

8 MAYIS
İBRAHİM KAYPAKKAYA ANISINA

Seni anlatırken
Direnmeyi düşüneceğiz
İradenin gücünü hayal edeceğiz
Umudu sevdayı geleceği haykıracağız
Senin mücadele aşkın bir özlemdir yoldaşım
Ölümün cehenneminde ulvi direnişini anacağız
Kan donduran zorlu savaşın türküsünü söyleyeceğiz
Teslim alınamayan iradenin sırrını anlamaya çalışacağız
Düşmanın diz çöktüğünü göğsümüzü gere gere söyleyeceğiz
Geleceğe olan umudumuzu sevdamızı türküleştireceğiz sende.

Diyarbakır zindanıdır burası, devrimci, solcu, aydın, demokrat, komünist, ve Kürt tutsakların yuvasıdır. Burada düşman haindir, kalleştir, acımasızdır, gözü dönmüştür, can alan cellat rolündedir. Diyarbakır’dır burası, direniş sesleri yükselir düşmana karşı, yiğitler çarpışır taviz vermeden, sınıf kavgasının bayrağı dalgalanır, işkenceye, ölümlere meydan okunur. Burada taviz yok, düşmana boyun eğmek kitaplarında yazmaz.

Diyarbakır zindanıdır burası, seçkin tirancı zalimlerin, profesyonel işkencecilerin olduğu, kan emen, kanla beslenen vampirlerin yuvasıdır. Leş kargaları gibi çullanırlar, paramparça ederler yiğitleri. Kolları, ayakları bağlı, gözleri kapalı, her gün onlarca kez işkenceye rağmen, kavga sesleri yankı yapar, meydan okunur düşmana. Karanlık kapıların arkasında devrimci sesler yükselir, şiirler dolaşır parça parça, direniş destanları yazılır düşmanın saldırılarına. Zafer türküleri bir kültür ve gelenek olur yayılır dilden dile. Düşman dayanamaz, kaldıramaz bu haykırışları, bu kavgacı sesleri, kini ve nefreti bin kat daha artar, zalimlikte sınır tanımazlar.

Diyarbakır zindanıdır burası, yoldaşına, sınıfına, ideolojisine ihanet etmez.; ”ölüm nereden gelirse gelsin diyerek, düşmana meydan okunur. Ser verip sır vermem” diye düşmanın yüzüne haykırır, tükürür celladın yüzüne, görüşlerini tavizsizce savunur. Doğru bildiklerinden geri adım atmaz, zorluklardan dolayı çark etmeyi sevmez, ilkelerini her zor koşulda, ölümüne savunur. Bu ulvi ve asil haykırışlar Diyarbakır zindanlarının sembolüdür, düşmana verilen bir derstir.

Düşman, dört bir yanda İbrahim’i arıyordu. Devlet, İbrahim Kaypakkaya’yı bulmak ve öldürmek için seferberlik içine girmişti. İbrahim’in tek suçu vardı; komünist fikirlere bağlı olması, kendi düşüncelerini halka anlatma mücadelesinin içine girmiş olmasıdır. Kendisini halkına feda etmiştir.

İbrahim’in hayatını anlatmayacağım, bunu herkes yapıyor. Ben, Türkiye tarihindeki solda, İbrahim’in bir ayrıcalığını bir kaç cümleyle anlatacağım. İbrahim genç bir komünistti, ama teoriyle, pratik arasında uyumu gösteren bir önderdi. Kürt ulusal sorununu doğru işleyen, devletin asimilasyon politikasını teşhir eden ve karşı çıkan örnek biriydi. Yazdıklarına uygun pratik adımlar atan, somut şartların-somut durumunu analiz ederek politika üreten, yaratıcı bir vizyonu olan genç yaşına rağmen, komünist ideolojiyi, yaşadığı konjonktür içinde en iyi anlayan bir teorisyen di. Genç yaşta Marksizmi anlama yeteneği başlı başına büyük bir olaydı. İbrahim yaşadığı bölgeyi analiz eden, halkın sosyolojik değerlerini anlamaya çalışan ender komünistlerden biriydi.

Genç yaşta teorik ve pratik potansiyeli olan bir önderdi.

Sert bir kış günü, 24 ocak 1973 tarihinde Vartinik köyü, Mirik mezrasında İbrahim’in düşman tarafından etrafı sarılır. Düşman devlettir, vurucu gücü askerdir, polistir, ajanlarıdır. Öldürmek için aradıkları, düzenin haksızlıklarına isyan eden, sömürüye, baskıya bayrak kaldıran, Kürtlere uygulanan asimilasyon devlet politikasına karşı çıkan bir komünistti. İBRAHİM ve yoldaşı ALİ HAYDAR YILDIZ düşmanla çatışmaya girer, çatışmada yoldaşını kaybeder, kendisi yaralı olarak kaçmayı başarır. Düşman çok güçlü olmasına rağmen, İbrahim’in ve yoldaşının verdiği direniş bir efsane gibi yayılır, dillere destan olur. Yeni nesiller bu direniş hikayesiyle büyümeye başlar. Kara dökülen her damla kan, kızıl tohumlara dönüşür. Çiçekler, güller ilkbaharda tek renk yeşerdiler, kırmızı renk Vartinik’in rengi oldu. Karlar kırmızı renkli suya dönüştü, Kuşlar kırmızı doğurdu, otların kökü kırmızıya boyandı. Ve İBRAHİM büyüdükçe büyüdü.

Kıştır, Vartinik’in kışı çetindir, dağları zordur, kışın yolları kapalıdır, karanlıktır, kördür, yani bu topraklarda kışı geçirmek her babayiğidin harcı değildir. Burası Dersim’dir, her yanı düşman doludur. Devletin korktuğu bir bölgedir, fakat devrimcilerin de evidir, toprağıdır. İşte bir kış günü köyün öğretmeni, ajanlık misyonunu yerine getirerek İBRAHİM’i ihbar eder ve yakalanmasına neden olur…İhanet her tarafta kol geziyor, aşağılık kişiler para için rollerini oynuyorlar.

Diyarbakır zindanıdır burası; ağır bir kış günü yaralı bir tutsak getirir düşman, ismi İBRAHİM KAYPAKKAYA’dır. Yaralıdır, düşman acımasızdır, tutsaklara hastanede bile işkence edecek kadar tirancı bir ruha sahiptir. Beş gün yarı çıplak, yaralı, ayakkabısız bir şekilde, yerlerde süründürerek vahşice bir zulüm yapılır. Tam dört ay işkence yaparlar. İbrahim direndikçe, işkenceciler kudurur, çaresiz kalırlar. Bu güçlü iradenin karşısında diz çökerler. Yani İbrahim, çakal sürüsüne karşı diz çökmez, onlara diz çöktürür.

1973’ün 18 MAYIS günü bir ölüm haberi yayılır Diyarbakır zindanlarında, acı bir feryat karanlık duvarların arkasından rüzgara ses olur yayılır. Her yer donar, buz kaplar. Türkiye sessiz, Diyarbakır çaresiz, insanları dilsizleşir, ağaçlarda yaprak kımıldamaz, nehirler akmaz, kuş sesleri duyulmaz, güneşin rengi solar, toprak susuz. Her şey yas içinde. Kan ağlayan yürekler ağıt döker, acılar ortak olur, feryatlar çığ gibi büyür, kan akar gözyaşları yerine, tek ses büyür yayılır dört bir yana İBRAHİM KAYPAKKAYA diye diye…
Bu önemli konjonktürde İbrahim ve arkadaşlarını saygı ile anıyoruz. Anılarını yaşatmaya devam edeceğiz…
Robert Pekoz

0 Paylaşımlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir