Süreç, Değişim ama Nasıl?

Makale

Süreç, Değişim ama Nasıl?
Kimsenin kara kaşına hayran olduğumuz için devrimci değiliz. Devrim, sosyalizm ve komünizm
mücadelesini de kişiselleştirerek geliştiremeyeceğimiz ve geçiştiremeyeceğimiz aşikar. Birileri
kişilere, şekil ve şema- lar- a takılabilir ve bunu kendine rehber edinebilir. Hatta geçmişte yaşayan
aydın, ilerici, devrimci ve komünistlerden alıntılar sıralayarak ‘’en çok devrimci benim’’ de diyebilir.
Ne halleri varsa bizden ırak dursunlar. Şablonculardan uzak durmalıyız. Yüzeysel devrimcilikler
üzerinden, tarihten bugüne birikerek daha da ağırlaşan devrimci görev ve sorumlulukları yerine
getiremeyeceğimizin yeterince bilincindeyiz. Fakat gelin görün ki iş pratiğe gelince ve eylemsel
saha söz konusu olunca, bu bilincimize uygun yaşamadığımız da gün gibi ortadadır. Hemen her
devrimci hareket ve parti, durum tahlillerinde parçalı ve belli düzey- ler- de doğru ve ileri bir
seviyededir. Ancak pratik alanda ise aksi yönde bir gerçeklikle karşı karşıyayız. O halde, objektif ve
subjektif verili nesnel koşullar gerçekliği içerisinde devrimci değişimimizin hangi somut görünümler
üzerinden gerçekleşeceğini de açıklığa kavuşturmak zorundayız. Böylelikle bir yandan asgari
düzeyde de olsa teorik ve pratik birlik ve bütünlük yakalanırken, diğer yandan ise görev ve
sorumluklar belirli düzey- ler- de yerine getirilmiş olacaktır. Aşağıda bunu biraz daha açımlamak ve
somutlaştırmak istiyoruz.
İster açık ve demokratik alan, isterse illegal ve kapalı alan örgütlenmeleri ve çalışmaları olsun hiç
farketmez, öncelikle kendimize ‘’biz kimiz ve neciyiz?’’ diye sormalıyız. Eğer biz- ler devrimci, hatta
sosyalist ve komünist isek, gerçek bir devrimci yada komünist gibi yaşamak zorundayız. Nitelikli bir
örgüt nosyonuna sahip olduğumuzu iddia ediyorsak, buna uygun yaşamak durumundayız. Bir
taraftan işin lafzına takılıp kendimize devrimci derken, öte taraftan bir burjuva gibi yaşıyorsak,
daha ötesine gitmeden aslında burjuva olduğumuz net olarak söylenmelidir. İç tutarlılık ve tutarlı
devrimcilik, yaşama anlam kazandırmaktır. Yani devrimci yaşamaktır. Komünistlik ise bundan daha
da ilerisidir.
Emperyalizmi, kapitalizmi, faşizmi ve gericiliği yani düşmanlarımızı tahlil ettiğimiz kadar, kendimizi,
dostlarımızı ve halk kitlelerini de yeterince doğru tahlil edebilmeliyiz. Bunun için öncelikle
kendimizden başlamalıyız. Kendini yeterince göremeyen, analiz edemeyen, doğru ve yanlışları,
güçlü ve zayıf yanlarıyla kendini senteze kavuşturamayan ve anlamlandır- a- mayan, başkalarını da
yeterince senteze kavuşturamaz ve anlamlandıramaz. Kavuşturmak şöyle dursun, çözümlemesi,
aşması ve devrimci temelde dönüştürmesi de mümkün olamaz. Kendi kendine devrimcilik, aslında
devrimcilik değildir. Tersine sığ devrimcilik yada yüzeysel devrimciliktir. Tıpkı dinlerdeki tarikat- lar
gibi doğmaları olan ve değişmez kalıplarından esasta kopamayarak geri teorik ve pratik bir anlayış
ve çizgi içerisinde olmaktır. Daha doğru düzgün konuşmayı, insanlar ve halk kitleleriyle nasıl bir
iletişim kur- ul- ması gerektiğini, nasıl bir hareket ve çalışma, günlük yaşamını nasıl planlama ve
sürekli ileriye taşıma pratiğini dahi netleştirememiş ve somutlaştıramamışsak, daha başka
hayallere kendimizi kaptırmanın alemi yoktur. Makul ve menkul devrimcilik ve komünistlik, geri ve
eski devrimciliktir, komünistlik ise hiç değildir.
Yine güncelde çokça dillendirilen ve piyasaya sürülen normalleşme ve yumuşama yönelimlerinin,
aslında emperyalist kapitalizmin ve bu temeldeki burjuva yaşamın yeniden tesisi ve üretimi olarak
kavranması oldukça önemlidir. Faşist Türk devleti, ne yumuşayacaktır ne de normalleşecektir.
Güncel’deki topyekün inkar, imha, katliam ve operasyonları, Hakkari’deki kayyım politikası
faşizmin, tekçi temel karakterinden asla bağımsız değildir ve pervasızca saldırı ve vahşetine devam
etmektedir. Kayyım darbesi de bu niteliğinden bağımsız rasavvur edilmemelidir. Faşizmi
yumuşatacak ve normalleştirecek yegane güç, halkın öz örgütlenmeleri ve ilerici, yurtsever,
demokratik ve devrimci mücadeledir.
Sömürgen zalim düzene ve sisteme yeterince angaje olup bu minvalde normalleşen ve

2

yumuşadıkça yumuşayan çizgiler gırla giderken, burjuva egemenlik sisteminin yeniden üretim
sürecine göz kırpmak ve hizmet etmekte neyin necisidir? Ne kadar karşı olduğunuzu iddia
ederseniz edin, eğer bütünlüklü bir karşı mücadele sürecinde değilseniz, stratejinizi bir kenara
bıraktık, taktiklerinizin stratejinizi kemirerek yemesinden kendinizi kurtaramayacağınız bilinmelidir.
Öyleyse, güne ve ana devrimci temelde sıkı sıkıya sarılırken, tasfiye sürecini kendimizden azade ele
almamalıyız. Asla unutulmamalıyız ki, devrimci ve komünist hareketimiz, aynı zamanda bir
özeleştiri hareketidir. Öyle iki lafın belini kırarak ‘’evet biz yanlış yaptık, yapıyoruz, hatalıyız, özür
diliyoruz’’ vs diyerek özeleştiri hareketi olunmuyor. Günlük yaşamımız içerisinde bizatihi maddi ve
somut görünümler üzerinden özeleştiriye yol açan yanlış zemini kurutabildiğimiz oranında ileriye
doğru sıçrayabileceğiz. Öte yandan artık gelinen aşamada, uyarı ve ikazların, yanlış eleştiri ve
yüzeysel özeleştirilerin de bir hükmü kalmamıştır. Yoldaşça ve dostça uyarı ve eleştiriler dahi
geçiştiriliyor ve karşı eleştiri ve misillemelere yol açıyorsa, uyarmamayı ve eleştirmemeyi yeğlemek
daha doğrudur. Halk sınıf ve katmanlarına mensup her kim olursa olsun böyleleri uyarı ve
eleştirileri bile hak etmemektedir. Doğru yanlış düzleminde açık ideolojik mücadeleden ise asla
vazgeçilmemelidir. Aksine açık ideolojik mücadelele ile böylelerini adeta yerin dibine batırmak
yeğlenmelidir.
Bir rapor, kamuoyuna bir bildiri ve açıklama dahi kaleme alırken biçiminden içerik ve özüne kadar
sürekli güncelleme yapabilmeliyiz. Yine herhangi bir süreci, kendi faaliyetimizi yada bir çalışmayı
değerlendirirken, alabildiğince objektif olmak durumundayız. Sürekli kendine doğru kırparak
yapılan değerlendirmelerin, çok geçmeden yozlaşmanın yollarını döşediğini anlamak için daha fazla
derinlere inmeye gerek olmadığını bilmeliyiz.
İzleyici pozisyonlarımızdan kesinlikle kurtulmalıyız. Hemen her gelişen sürecin dışındaymışız ve
bizlerle uzaktan yakından hiç alakası yokmuş gibi durum analizlerinden mutlaka vazgeçilmelidir.
Eğer Türkiye ve Kürdistan halkları her geçen gün daha fazla koyu karanlıkla karşı karşıyaysa,
nerdeydin ve neredesin sen diye sorarlar. Devrimci hareket oldukça karmaşık çelişkiler ile dolu
olan bir sürece tanıklık ediyorsa, tanıklıktan önce bunun ilk sanığının devrimci ve komünist hareket
olması gerektiği bilinmelidir.
Devrimci mücadeleyi yükseltmek için süreci doğru anlamaktan geçtiğinden dem vurup, ne süreci
doğru düzgün anlayıp ne de mücadeleyi yükseltme iradesi ve eylemsel hattı izlemeyenlerin,
burjuva çizgileri anlaşılmaz değildir. Lafla peynir gemisinin yürütülemeyeceği somuttur ve dilin
keskinliği pratik hattın kör karanlık gerçekliği örtmek için yazık ki yetmemektedir.
Şu veya bu şekilde küçüklü büyüklü, azlı çoklu, mevcut egemen sistemin kuşatması ve bizleri
etkilemesi karşısında, gerçekçi ve bir o kadar objektif ve somut bir planlama ve buna uygun
yaşamda ısrarla ancak yol yürüyebileceğimiz yeterince açık değil midir? Bir devrimci ve komünistin,
yaşadığı yada mücadele yürüttüğü toplumsal saha ve sınıflardan azade ele alınamayacağı
bilinmelidir. Aynı zamanda o saha ve sınıfları aşan bir devrimci yaşam perspektifine ve bu yolda
ısrarına sahip olması kadar doğal bir şey olamaz. O halde hemen her alanda teorik ve pratik
yaşamda sürekli olarak devrimci yenilenmek zorundayız. Bir anlık duraklama, geriye düşmek
olduğu gibi, her yeni gelişen ve değişen sürecin ihtiyaçlarına göre doğru olmayan bir yaşama çark
etmekten kendimizi kurtaramayacağımız açıktır.
Tasfiyeciliğin izdüşümleri hemen her alanda kendini göstermektedir. Emperyalist- kapitalist
sistemin yarattığı ekonomik ve siyasi krizi aşmak ve kendi paradigmamımızı onun yerine inşa etmek
için, şimdiden devrimci yenilenmeliyiz. Ekonomik, demokratik ve akademik mücadelenin önemini
asla küçümsemeden stratejik devrim yürüyüşümüzü sürdürmeliyiz. Bunun için güncel ve somut
planlamalara ve bu yönde bir eylemsel hatta ihtiyacımız olduğu açıktır. Daha doğru düzgün

3

kendimizi bile yeterince örgütleyememişken, işçi ve emekçiler başta olmak üzere kitleleri
örgütlemekten ve hele porletaryanın öncülüğünden dem vurmak ve bahsetmek, aslında boş ve
kuru devrimciliktir. Sürekli suretle kitlelerin örgütsüzlüğünden dem vurup, kendimizi yeterince
görmemek ve örgütlememek, sübjektivizmin dik alasıdır. Yok hala kendimize yeterince
‘’örgütlüyüz’’ diyor ve idddia ediyorsak, o halde kitleleri örgütlemek için niye harekete
geçmediğimizi ve böyle bir seferberlik içerisinde olmadığımızı açıklamak zorundayız. Bu temelde
ileriye doğru atacağımız her adım ve her gerçek ilerlemenin, bir düzine programdan daha da
önemli olduğu bir süreçten geçtiğimiz tartışma götürmez bir gerçekliktir. Hemen her kesim, halk
kitleleri, işçi ve emekçiler, hatta proletarya ve öncülüğü adına konuşurken, böyle bir yetkiyi ne
zaman onlardan aldıklarını açıklamak durumundadırlar. İşçi sınıfı ve emekçiler, proletarya ve halk
kitlelerinin gerçek temsilcilikleri, bizzat onların içerisinde, en azından yarı yarıya eriyerek ancak
kazanılabilir. Ailenin, özel mülkiyetin ve bu temeldeki burjuva devletin ve yaşamın ağlarını
örenlerin ve burjuva sisteme bir de ‘’devrimci’’ ve ‘’komünistlik’’ adına tedricen hizmet edenlerin,
sahtelikleri, halk kitleleri içerisinde daha fazla gün yüzüne çıkartılarak deşifre ve teşhir edilmelidir.
Hala halk kitlelerinden kopuk ve dejenere gerçeklikler karşısında, kendileriyle yeterince
hesaplaşmıyor ve günlük yaşamda devrimci yenilenmeden kaçılıyorsa, tasfiyenin ne kadar
derinlerde olduğunu da bilmek durumundayız. İşi teorik lafazanlığa boğmadan devrimci ilkeler
ışığında yenilenmek ve güncel somut koşulların ihtiyaçlarına uygun- aslında aktüel süreci de aşarak
ileriye doğru sürekli bir yaşam perspektifiyle hareket eden- bir devrimci yaşam mücadelesi
yürütmek zorunda olduğumuz yeterince açık değil midir? Devrimci ve komünistler, içerisinden
geçtiğimiz siyasal sürecin ihtiyaçlarına uygun yeni ve kitleler ile daha hızlı buluşarak
benimsenebilecek siyasi ajitasyon ve propaganda faaliyet- ler- inde bulunmalıdırlar. Yakın süreçteki
Gezi- Haziran direnişi ve 6- 8 Ekim serhildanından yeterince öğrenemediğimiz anlaşılmaktadır.
Gezi- Haziran’daki ‘’Korkma lan biz halkız’’ daki derinlik gibi, yoldaşlarımıza ve dostlarımıza yönelik
uyarı ve eleştirilerde de ‘’Korkmayın, biz yoldaşız’’ babında anlaşılmalı ve kavranmalıdır.
Kitlelerin kendiliğinden gelişen direniş ve eylemleri içerisinde ajitasyon ve propagandalar nasıl da
kitleler tarafından benimsenmiş ve dalgalar halinde yayılarak etkili olmuştur. Halk kitleleriyle
bütünleşmek için, onlardan yeterince öğrenmeliyiz. Diğer yandan ideolojik, siyasal, örgütsel, askeri
ve kültürel alanlarda tasfiyeler geçmiş süreçlerde olduğu gibi günümüzde de güncel olarak somut
görünebilmektedir. Teorik gevezelikler ve bir türlü küçük adımlar dahi atmadığımız gerçekliğinden
hareketle, tam bir eylemsizlik hastalığı içerisindeyiz dersek doğru demiş oluruz. Herhangi bir fikir
babında olduğu kadar bir strateji ve envai çeşit taktik politikalarda da bu durum kendini
göstermektedir. Silahlı mücadelenin lafzıyla yetinerek uzunca yıllar geçmesine karşın, hala ele
avuca sığacak doğru düzgün bir pratik adım atılmıyorsa, oradaki içsel tutarsızlığı ve tasfiyeci dalgayı
görmeliyiz. Yine reformlar ile devrim arasındaki doğru orantı ve tamamlayıcılık bağlamı ve önemi
yeterince görülmeyip buna uygun mücadele edilmemesi de bir başka tasfiyeci dalgaya işarettir.
Düşünebiliyor musunuz, yıllarca bir tek mermi bile patlatılmadığı halde, hala onun lafzı ile yetinip
ne kadar yaman ‘’devrimci’’ ve ‘’komünist’’ olduğumuzu dillendirebiliyorsak eğer, işte buradaki
tasfiyeci gerçekliğimizi ve çizgiyi görmeliyiz. Kimileri reformlar ile almış başını gitmiş ve sürekli
reformizm balonuna burjuva rüzgar- lar üflerken, kimileri ise yaman ‘’devrimci’’ ve ‘’komünist’’
edalarıyla Kaf dağlarında kaşık atmaktadır. Bütün bunların bilinciyle, kendimize gelerek, güncel
olarak somutta devrimci yenilenmenin kaçınılmaz olduğunu bilmemiz gerekmektedir. Yoksa hala
bir ayağımız emperyalist kapitalizm, diğer ayağımız ise devrim ve sosyalizmdeki burjuva yaşamdan
kendimizi koparamayacağımız bilinmelidir. Ben- biz iyi, en devrimci- yiz ve komünisti- m- iz demek
yetmiyor, ben- biz devrimci ve komünist yaşıyoru- m- z ve bu temelde an’da ve gün’de böyle bir
perspektifle devrimci mücadele yürütüyoru- m- z diyebilmeliyiz. Bunun için daha fazla harekete
geçmeli ve eylemsellik içerisinde olmalıyız.
Baran Yılmaz Dilek(4 Haziran 2024)

0 Paylaşımlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir